Almanya’da yaşayanlar veya Almanya’ya gidip gelenler iyi bilir. Orada günlük hayat şöyledir: Sabahın beşinde, altısında herkes sokaktadır. Ama herkes. Çalışanlar, işine gitmek için sokakta, yaşlılar sabahın temiz havasını teneffüs etmek ve köpeklerini dolaştırmak için sokakta. Bizim tabirimizle, kimsenin üzerine güneş doğmaz... Bütün Avrupa milletlerinin geneli bu minval üzeredir.
Çalışanlar, genelde saat 16.00 civarında işinden ayrılır. Evine gider, yemeğini yer, gece 10.00’da herkes yataktadır. Baktığınızda bütün evlerin ışıklarının söndüğünü görürsünüz. Tek tük ışığı yanan ev görürseniz, biliniz ki; bunlar genelde Türklerin evleridir. Bizimkiler eski alışkanlıklarını sürdürürler. Gece saat bire kadar, televizyon seyrederler. Ertesi gün de yorgun argın işe giderler. Hâl böyle olunca iş yerindeki verim de buna göre olur.
Osmanlılar zamanında, yediden yetmişe herkes saat 6.00 civarında sabah namazına kalkar. Namaz kılındıktan sonra, çalışanlar tarlasına, dükkânına gider, işinin başına geçer. Yaşlılar, kuşluk vaktine kadar, Kur’ân-ı kerîm veya başka kitaplar okur. Yani güneş üzerlerine uyurken doğmaz. Devlet daireleri de dahil ikindi vakti mesai biter, herkes evine giderdi. Yatsıyı kıldıktan sonra da herkes yatağında olurdu.
Bir öğrencimiz İtalya’ya gider. Otelde üç-beş kişinin kaldığı bir odaya yerleşir. İki gün sonra, kendisi otel idaresine çağrılır. “Sabah erken saatte kalkıp kitap okuyormuşsun. Odadakiler şikâyetçi oldular, rahatsız olmuşlar.” denir. Öğrencimiz; “Ben Müslüman’ım, dinimin emri gereği sabah erken kalkıp namaz kılmak zorundayım.” der. Şu teklifte bulunurlar: “2 kişilik bir odamız var. Orada bir kişi kalıyor. O da erken kalkar. İstersen seni oraya alalım.” Kabul edip yeni odasına yerleşir.
“Bizim dinimizde de bu vakitte yatmak iyi değildir. Bu yaşa geldim, üzerime daha güneş doğmadı. Ayrıca ben araştırdım, bu saatte uyumak sağlık açısından çok zararlıymış.”