Araştırmacı Yazar ve Emekli TRT Şef Prodüktörü Alâettin Bahçekapılı Kıyı Dergisi’nin 314 ve 315. Sayılarında “Yazında doğası ve İnsanıyla Rize” isimli memleketimizle ilgili iki güzel makale yayınladı. Ekim Kasım Aralık 2022 tarihli Kıyı Dergisi’nin 314. Sayında yer alan Yazında doğası ve İnsanıyla Rize 1 isimli makaleyi sizlerle paylaşıyorum. Kendisine bir Rizeli olarak teşekkür ediyorum.
Rize adının Kolonileşme Dönemi'nde burada bolca pirinç yetiştirilmesine dayanarak yakınlarından geçen bir çaya Rhizios denmesinden kaynaklandığı sanılmaktadır. Rhizios Yunanca pirinç demektir. İzmit doğumlu filozof Arrianus’un bu savma karşılık, bir başka söylenceye göre, aynı çaya Rumca "dağ eteği" anlamına gelen Rhiza adı verildiğinden, kentin adı buradan kaynaklanmaktadır. “Osmanlı Türkçesinde ise “Rize” ufak kırıntı, döküntü anlamında kullanılmıştır. Ayrıca Erzincan'ın İskitler döneminde “Eriza” olan adının başındaki “e” sesinin düşmesiyle
Rize için de kullanıldığı iddia edilmiştir.” Dört bin yıllık tarihi içinde Rize ve yöresi, Sannika, Pontos Polemoniacus, Khaldia ve Lazistan olarak da adlandırılmıştır.
Çok eski çağlardan beri insan yerleşimine açık olmuş ve önemli uygarlıkları bağrında barındırmış Karadeniz, antik dönemlerde kaleme alınan yapıtlarda, tarihçelerde ve seyahatnamelerde adından söz ettirmiştir. Bölgenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının varsıllığı da bu ilgiyi arttırırken, uzun yıllar bu topraklara ve denize egemen Osmanlı’daki gelişmeleri izlemek durumunda olan Batılı devletlerin bilim insanlarının yanı sıra misyoner ve ajan gibi meslek sahiplerinin de yazdıklarına konu olmuştur.
ONLAR DA RİZELİ
Dört bin yıl önceye dayanan tarihiyle Rize, siyaset, sanat, spor, bilim ve yazın alanlarına pek çok ünlü yetiştirmiştir, onlarla birlikte anılır: Damat Mehmet Ali Paşa (1813-1868), Ziya Hurşit (1892-1926), Cevat Dereli (1900-1989), Tahsin Bekir Balta (1902-1970), Bekir Sıtkı Baykal (1908-1987), Halis Özgü (1909-1982), Süleyman Kazmaz (1915-2013), Aydın Boysan (1921-2018), Mehmet Salihoğlu (1922-2010), Adnan Ardağı (1922-1998), Zeyyat Selimoğlu (1922-2000), Kemal Nebioğlu (1926-2006), Selma Tükel (1931-2017), Ali Topuz (1932-2019), Dursun Ali Eğribaş (1933-2014), Aytekin Kotil (1934-1992), Oktay Arayıcı (1936-1985), Yakup Kepenek (1937- ), Algan Hacaloğlu (1940-), Murat Karayalçın (1943-), Mehmet Haberal (1944- ), Süleyman Genç (1944- ), Niyazi Birinci (1945-2021) Mesut Yılmaz (1947-2020), Yaşar Okuyan (1950-), Ömer Lütfü Mete (1950-2009), Hayati Yazıcı (1952- ), Veysel Çolak (1954- ), Recep Tayyip Erdoğan (1954- ), Mehmet Bekaroğlu (1954- ), Remzi Kazmaz (1954- ), İsmail Kara (1955- ), Adnan Azar (1956- ), İsmail Hakkı Demircioğlu (1957- ), İlyas Tüfekçi (1960- ), Süleyman Yağcı (1964- ), İhsan Topaloğlu (1966-2010), Mehmet Akif Pirim (1968- ), Fatih Sultan Kar (Rize 1971- ), Tarkan Tevetoğlu (1972-), Cüneyt Çakır (1976-), Gürkan Hacir (1976-), İsmail Saymaz (1980-) vb.
YAZIN DÜNYASINDA RİZE
“Rize, edebiyata bitek doğası, denizlerde ömür tüketen gurbetçi deniz adamları, en çok da insanlarının alınyazılarını belirleyen çay ve çay tarımıyla yansımıştır.”
ÇİFTÇİ UNUTULMUŞ
Abdülhak Hamit Tarhan (İstanbul 1852-1937) “ailesiyle birlikte bir süre yaşamak için Lazistan Sancağı’nın merkezi Rize’ye gider.” Yazdıklarında eski tarihsel yapıların bakımsızlığından duyduğu kaygıların yanı sıra doğal güzellikleri de anlatır: "Tarımsal bayındırlığına ve doğal güzelliğine diyecek yoktur. Bu yabanıl bayındırlık ki uzak düşlerin son sınır bölgesine yetişmekte uzun bakışlar yetersiz ve görülmeye değer bir dünya ki gökten indiğini sandığımız doğuştan ozanlığı onunla yetinerek göklere dönüşmeyi istemesi uygun olur..." Yazar, resmi binaların ve yolların bakımsızlığına, turunçgillerin bolluğuna, ancak “bolluğu çok gerekli olan tarımın yok kertesine yakın” oluşuna değinir: “Bir ülkenin asıl zenginlik aracı olan çiftçilik unutulmuş, başlıca tecim balıkçılık olmuş, kara avcılığı ise alışılmamıştır. Sebzelerin iki üç çeşide dayanmasıyla birlikte sığır, keçi ve koyun etleri hem bol hem ucuzdur. ”
TEPELER YEŞİL YEŞİL
İsmail Habib Sevük (Edremit 1892- İstanbul 1954) de Yurttan Yazılar yapıtında yer verdiği "Dağlar Orman Orman, Tepeler Yeşil Yeşil" başlıklı yazısında Rize'nin doğasını şöyle betimler: "Ağaç, ağaç... Güneş sıcak, yağmur bol, toprak sıhhatli, ağaç ne olmaz? Belediye yanında yeni yapılan parkta ağaçlar var; senede iki defa çiçek açıyor. Deniz kıyısında dört duvar çevirerek yaptıkları spor sahasına bir parmak kalınlığında toprak serpmişler, saha derhal yemyeşil oluvermiş. Şu bahçede bastonuna dayanmak için ucunu toprağa sokup etrafı seyrettikten sonra sakın bastonu orada unutma, belki filizleniverir." (2). Sevük, Rize’ de yetişen çeşit çeşit ağacın arasında, "Bütün bu ağaçlar içinde en faydalı olan en bodur olandır" diyerek yeni dikilmeye başlayan çay fidanlarından ve bunların Türkiye’nin geleceği bakımından taşıdığı önemden söz eder. Botanikçi Zihni Derin’in 1940'lı yıllarda getirip Rize’ye diktiği çay tohumları, yörenin belli başlı geçim kaynağı olur sonraki yıllarda. Rizeliler Zihni Derin’in anısını yaşatmak için bir büstünü dikerler 1947’de açılan ilk çay fabrikasının önüne.
ÇAY AĞACI
Talip Apaydın (Ankara 1923 - 2014), O Güzel İnsanlar adlı kitabındaki "Çay Ağacı" öyküsünde önce çayı, sonra da Zihni Bey'i anlatır: “Bir yanı masmavi deniz, bir yanı yemyeşil bayırlar. Kışın ılık, yazın sıcak, her zaman yağışlı, ıslak bir hava. Odların, ağaçların, çiçeklerin, her çeşit bitkinin coşup taştığı yerler. Ağaçların yaprakları öyle parlak ki başka hiçbir yerde böylesini göremezsiniz. Bahar aylarında filizler neredeyse gözle görünür büyür. Tomurcuklar sabah patlar, öğleye yaprak olur, akşama sürgün verir. ” (3). Bir laboratuvar kurduk, fidanlardan çay topladık. Bunları kendir bezinden yaptığımız raflarda soldurduk, ellerimizle kıvırdık, fermente ettik, çay yaptık. Atölye kuruluşuna başladık. Ürettiğimiz çayı laboratuvarımızda incelediğimizde, kafein, tanen gibi maddeler bakımından öteki ülkelerin çayından daha üstün olduğunu saptadık. Yörenin toprakları ve iklimi de çay yetiştirmeye çok elverişliydi.” (4) İşte bu özveriyi ve ileri görüşlülüğü unutmayan Rizeliler, kurulan ilk çay fabrikasının önüne bir büstünü dikerler Zihni Derin’in. Talip Apaydın, O Güzel İnsanlar kitabında "Tunçtan büstünü yapıp çay fabrikasının önüne diktiler. Gelene geçene gülümseyerek bakıyor Zihni Bey. Sevgi dolu bir yüzü var. Halka hizmet etmiş olmanın mutluluğu ile dolu." diye yazar. (5)
GÖRESİM GELDİ ORALARI
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu (İstanbul 1904-1992); Anıların izinde adlı kitabında ilk kez 1947'de gittiği Rize'nin büyüleyici güzelliğinin yanı sıra insanının yapısını, toplumsal olaylarını da anlatır. Velidedeoğlu Rizelinin özelliklerini şöyle sıralıyor: “Tertemiz yürekli, hareketli, coşkulu, kimi zaman hırçın ve fevrî. "Yazar, Rize’nin geçmişteki yoksulluğundan ve bunun sonucu ortaya çıkan 'gurbetçilik" olgusuna da değinir kitabında. Velidedeoğlu, 1955’te de İstanbul Üniversitesinin Üniversite Haftası etkinlikleri kapsamında gelir bölgeye: “İstanbul'dan Rize'ye kadar Anadolu dağlarının kuzey yamaçları o kadar renkli, o kadar değişik ve güzel ki! Ben bu güzelliği, daha önce bir kez Trabzon'a bir kez de Hopa ya kadar olmak üzere, doya doya iki kez seyretmiştim. Fakat birincinin üzerinden 33, İkincinin üzerinden ise 8 yıl geçti. Yine göresim geldi oraları. Her yurt gezisinde bu kadar güzel bir vatanda doğduğum, bu kadar soylu bir halkın parçası olduğum için büyük bir sevinç dolar içime. (...) Trabzon'dan Rize 'ye 17 Ekim Pazartesi günü sabahı kara yolundan geldik. Yer yer bozuk olan yol pek rahat değildi. (...) Şurasını da, iç acısıyla eklemek zorundayım: Cumhuriyet devrinde yapılan şoselerden birçoğunun ömrü, nedense, pek az oluyor. Bunda müteahhit mi suçlu, kontrol mühendisi mi, yoksa bazı bölgelerin taşı, toprağı veya kumu mu (!) suçlu bilmiyorum. (...) Namuslu bir kontrol gerekiyor. Sorumluları bulup ortaya çıkarmak, onları millete bir bir tanıtmak, ders alacak biçimde cezalandırmak gerekiyor. Baştanbaşa bayındır ve bütünleşmiş bir Türkiye ancak böyle kurulabilir. ”
Velidedeoğlu, 1955’teki Rize’nin toplumsal durumunu, bu gezi sırasında karşılaştığı, Rize’de avukatlık yapan bir öğrencisinin tanıklığıyla anlatır: “Rize'nin sosyal durumundan konuştuk. Oradaki davaları anlattı. En çok köylerde, toprak kıtlığı dolayısıyla, toprak davaları, meni müdahale, sınır tahdidi davaları oluyormuş. Kan davaları dolayısıyla yaralama, öldürme olayları, ne yazık ki, çokmuş. Medeni Kanun 'a göre evlenme, özellikle köylerde yaygın olmadığından, evlilik dışı çocuk durumu bir problem teşkil ediyormuş. Kentte boşanma davaları en çok geçimsizlik yüzünden açılıyormuş. Fakat asıl sebep, kadının çalışamayacak hale gelmesi veya çocuk doğurmaması, daha doğrusu kısırlığı imiş. (...) Bütün bu ülke dertlerini İhsan Bey 'le karşılıklı konuştuk. Yokluklarımızın acısını yüreğinde duyuyordu. Bu bile benim için umut verici bir avunma oldu. Çünkü ülke dertlerini ne kadar çok Türk vatandaşı yüreğinde duyarsa, bu dertlerin o kadar çabuk giderileceğine inanıyordum. ” (6)
RİZE’NİN KÖYLERİNİ TANIRMISIN?
GEL SENİNLE RİZELİ OLALIM BUGÜN
Zeyyat Selimoğlu ’nun yazdıklarında Rize...
Rize ve edebiyat sözcükleri yan yana geldiğinde, ilk akla gelen yazardır Zeyyat Selimoğlu (İstanbul 1922-2000). Anne ve babası Karadenizli olan Selimoğlu, 1922’de İstanbul’da Fatih-Cibali semtinde doğar, neredeyse tümü deniz ve deniz adamlarını anlatan yapıtlarının kahramanlarının çoğunu seçtiği/yarattığı Rize’ye ilk gençlik yıllarında gider. Tanıklıklarından çok etkilenir ve yazarlığa ilk adımını da bu izlenimlerini anlattığı yazısıyla atar: "Tanır mısın kardeşim. Rize'nin köylerini tanır mısın? Rize deniz demek, orman demek, 'kurut' demek, 'minzi' demek. Bu lügat başka lügattir; memleketimin lügatidir bu… Açan bilmez, gezen bilir. Rize bacaklarını hamsili sahillerine sokup, sırtını yeşilim fındık ormanlarına yaslamıştır. Öyle durur; oldum olası... Gel seninle Rizeli olalım bugün. Bak aynaya... Ne gördün? Tepeden tırnağa kemik içinde, her yaşta delikanlısın, Alisin, Memişsin, Hızırsın, sağlam çevik bacakların, avurtları çökük yüzün, sivri, uzun bir burnun var. Bundan böyle susmak yoktur kitabında, yalan yanlış; durmadan konuş... Üç gün aç kalmış bir insanın ekmeğe sarılması gibi Rizeli sarılır lafa... Biz artık Rizeliyiz, duramayız oturduğumuz yerde..." (7)
Alman Lisesi’ni, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Selimoğlu, 'Rize'nin Köylerinden' başlıklı yazısıyla Cumhuriyet gazetesinin 1949-50 Yunus Nadi Armağanı'm kazanınca edebiyat dünyasına ilk adımını atar. Ancak daha önce, babasının mesleğiyle ilgilenir: “Yük gemisiyle yabancı ülkelere uzun seferlere çıkar. Aylarca memleketini ve ailesini görmeden gurbet çekerek ekmeğini denizden çıkaran gemicilerin çalışma koşullarına yakından tanık olur. Tıpkı Alman Lisesi’nde okuması gibi gemicilikle uğraşması da ona yazmak için hol malzeme bulma imkânı verir. Çünkü Zeyyat Selimoğlu gördüğü ve yaşadıklarını eserlerine konu olmak seçen bir yazardır. Bir süre deniz ticaretiyle uğraşan yazarın gönlü hep edebiyattan yanadır. Öyle ki sanki gemide, çalışmak için değil de gemi adamlarını gözleyip onların hikâyelerini yazmak için bulunur.
ESERLERİNDE RİZE AĞIRLIKLI
Şimdi TRT’nin arşivlerinde “kıskançlıkla” korunan “İllerimiz ve Edebiyat” adlı izlence dizim nedeniyle konuşmuştum sevgili Selimoğlu ile. İki temel sorum olmuştu kendisine: “Rize ve Rizeli çokça yansıyor yapıtlarınıza görebildiğimiz kadarıyla, bu ilginin kaynağı nedir?” Bu birinci sorumdu. Anımsayabildiğim kadarıyla şöyle yanıtladı: “Öncelikle annem-babamın kökeni nedeniyle bölgeye özel bir ilgim vardı, evdeki yaşantıdan kaynaklanan bir birikimim de. Sonra ana-baba topraklarına gidiş fırsatı buldum gençlik yıllarımda; çok sevdim o coğrafyayı ve bölgede yaşayan yerdeşlerimi... Yerdeşlerimin karakterleri, hareketleri, olaylara yaklaşımları, güngörmüş lükleri sahiciydi yani gerçekçiydi, coşkuluydu, ivecendi, mücadeleciydi. Bu benim yazın anlayışıma bire bir uyan durumdu: Yazında yaşanmışlıklardan, gerçekçilikten yanayım. Sonra bu insanları, baba mesleğim gemiciliği sürdürürken daha yakından tanıdım, gözlemledim. Bu da beni Rize ve Rizeliye daha yakın kıldı. ”
İkinci sorum “Hangi kitaplarınıza hangi yönleriyle yansır Rize ve Rizeli?” biçimindeydi. Bir kahkaha attı ve yanıtladı: “Sanki bilmiyorsun Bahçekapılı. Kavganın Sonu Başı, Direğin Tepesinde Bir Adam, Koca Denizde İki Nokta, Kıç Üstünde Toplantı, Karaya Vurdu Deniz kitaplarımın temel karakterleri bu bölgenin insanlarıdır. Şimdilerde yayımlanmakta olan ‘Oy Deniz Karadeniz ’ röportajlarımın kaynakları da... Açık yüreklilikle söylemeliyim ki, deniz insanları benim öykülerimin en birinciye gelen karakterleridir ve bölge mesleği nedeniyle Karadenizlilere, en çok da Rizelilere dayanır 8.
RİZE AZ DÜZLÜK ÇOK BAYIR
Selimoğlu 1955’te yayımlanan Kavganın Sonu ve Başı adlı kitabındaki (1950 Yunus Nadi Armağan’nda birincilik alan) “Rize’nin Köylerinden...” başlıklı öyküsünde günlük yaşamı ve insanıyla Rize’yi bir tablo gibi çizer: "Rize'nin içerileri. Az düzlük, çok bayır. Güneşin altında aydınlık mısırlıklar, nefti gölgeli fındık ormanları. Bir fındık ağacının altına uzandık. Başımızın üstü yaprak, başımızın altı el boyu çimen... Havayı kokluyoruz. Nedir bu? Bir ıslaklık, bir türbe serinliği var havada... Rutubetli bu Rize... Orman yağmura sevdalıdır, yağmur ormana tutkun. Dudak dudağa geldiler mi bir kere, günler suya doyamaz." Zeyyat Selimoğlu'nun Direğin Tepesinde Bir Adam adlı öykü kitabında yer alan "Yemek”, "Çıkmak İçin İnmek", "Yeşil Altın" öykülerinde de Rizeli karakterlere ve Rize betimlemelerine rastlanır. "Yemek" öyküsünde, gemici İdris'in tanık olduğu bir cinayet anlatılırken Rize’nin geçit vermez dağları anlatılır, doğası betimlenir. "Rize'nin yukarları gündüz bile karanlık; kara yağış, ıslak ağaç, yolun tutmuş kayalar, su çürüğü kokusuyla eğrelti, gizli geçit, çakal yuva, gök görünmez, ağaçların dalları birbirine kenetlenmiş parmaklar." (9) “Doğası, çayı insanıyla Rize” yazımız gelecek sayıda sürecek...