14 Ekim 1932 tarihinde Rize’nin Güneysu (Potomya) ilçesinin Selamet (Kanboz) köyünde dünyaya geldi. Ailesi, 1509 sayılı Rize şeriyye sicilinde baba tarafından Topuzoğlu, anne tarafından Kandemiroğlu sülalerine dayanıyor. Babası Mustafa Topuz, annesi Nazmiye Topuz’dur. Beş yaşına kadar köyünde yaşadı ve 1937-1938 yıllarında Jandarma astsubayı olan babasının memuriyeti nedeniyle Ağrı (Karaköse) ili'ninDoğubeyazıt ilçesi ve Patnos-Sarısu bucağında bulundu.
GÖÇEBE EĞİTİM
Kasım 1938'de yeniden köyüne döndü ve 1939-1940 yıllarında Selamet (Kanboz) Köyü’nün 3 sınıflı ilkokulunda birinci sınıfı okudu. İlkokul 2. sınıfı Zonguldak ili BeycumaBucağı'nda, 3. sınıfı Zonguldak il merkezi ve Safranbolu ilçesinde okuduktan sonra, tekrar köyüne dönerek, 4 ve 5. sınıfları komşu köy olan Adacami Köyü’nün ilkokulunda tamamladı. 1944-1945 yıllarında ortaokul 1.sınıfı Rize Ortaokulu’nda okuduktan sonra 2. ve 3. sınıfları Afyon-Sandıklı Ortaokulu’nda bitirdi. 1947-1950 yılları arasında lise öğrenimini Afyon Lisesi'nde yatılı öğrenci olarak tamamladı.
İSTANBUL BELEDİYESİ İMAR MÜDÜRLÜĞÜ’NDE ÇALIŞTI
1950 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesine girdi ve yükseköğrenimini 1957 yılında bitirerek, serbest mimar olarak çalışmaya başladı. 1957-1960 yılları arasında, önce İstanbul Belediyesi İmar Müdürlüğü'nde daha sonra İller Bankası İstanbul İmar Planlama Müdürlüğü'nde, İstanbul Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planları üzerinde, ünlü Şehircilik Uzmanı Prof. Piccinato ile birlikte çalıştı. 1960-1961 yıllarında, ülkemizdeki büyük ölçekli ilk konut yapı kooperatifleri arasında yer alan, İstanbul Paşabahçe Deri ve Kundura Fabrikası İşçileri Konut yapı Kooperatifi'nin imar planlarını ve İstanbul Hilton İşçileri Konut Yapı Kooperatifi'nin hem imar planlarını hem de uygulama projeleri ile proje kontrollüğünü yapmıştır. Daha sonraları, çeşitli konut yapı kooperatiflerinin mimarı projeleri ile proje kontrollüklerini yaparak bu alanda deneyim kazanmıştır. 1961-1963 yılları arasında Balıkesir Ordudonatım Okulu’nda yedek subaylık görevini yerine getirmiştir. Türkiye Kızılay Derneği, Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu, Darülaceze Yardım Derneği gibi sosyal yardımlaşma kurumlarında uzun süre görev yapmış, ülkemizin ilk özel yaşlılar evi olan İstanbul Huzurevi'nin ve çok sayıda dernek ve kuruluşun kurucuları arasında yer alarak bu kurumlarda yönetim görevleri üstlenmiştir.
SİYASİ YAŞAMI 1950 YILINDA BAŞLADI
Üniversite öğrenimine başladığı 1950 yılında, Cumhuriyet Halk Partisi'ne (CHP) girerek siyasi yaşamına başlamıştır. CHP'nin çeşitli kademelerinde aralıksız olarak görev yapmış ve CHP adına önemli görev ve sorumluluklar üstlenmiştir. CHP’nin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra, 1970 yılında CHP İstanbul İl Başkanlığı'na seçilmiş ve üç buçuk yıl bu görevi sürdürmüştür. Bu arada 1968-1973 yılları arasında İstanbul Belediye Meclis Üyeliği, İmar Komisyonu Başkanlığı ve Belediye Meclisi CHP Grup Başkanlığı görevlerini de sürdürmüştür. 1970 yılında toplanan CHP 20. Kurultayı’nın başkanlığını yürütmüştür. 1970-1971 yılları arasında bir yandan CHP İstanbul İl Başkanlığı'nı ve İstanbul Belediye Meclisi üyeliğini sürdürürken öte yandan, Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu üyeliği ve ikinci başkanlığı görevini de yürütmüştür. 1973-1977 yılları arasında iki dönem üst üste CHP İstanbul Milletvekili olarak TBMM'de görev yapmıştır. Bu görevi 1980 askeri müdahalesine kadar devam etmiştir. Bu dönem içinde CHP Parti Meclisi üyeliği, Merkez Yönetim Kurulu üyeliği ve Genel Sekreter Yardımcılığı görevlerinde de bulunmuştur.
İSKAN VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI YAPTI
1973-1977 yılları arasında CHP tarafından kurulan üç hükümette de görev almıştır. 1974 yılında İmar ve İskân Bakanı, 1977 yılında Köyişleri Bakanı ve 1977-1978 yıllarında Köyişleri ve Kooperatifler Bakanı olarak görev yapmıştır. 1980 askeri müdahalesinden sonra, siyasi yasaklılık döneminde; yurtdışında inşaat işleri üstlenmek üzere bir kısım arkadaşı ile birlikte bir inşaat şirketi kurmuş, Suudi Arabistan ve Libya'da 1981-1985 yılları arasında büyük inşaat projeleri uygulamıştır. 1985 yılında Libya'da çalışırken geçirdiği bir trafik kazasında ağır biçimde yaralandıktan sonra yurtdışı inşaat işlerini tasfiye ederek Türkiye'ye dönmüştür.
ALTI KEZ MİLLETVEKİLİ OLDU
Siyaset yasaklarının kaldırılmasından sonra SHP'ye kaydolarak ikinci dönem siyaset yaşamına başlamış ve 1987 yılında yeniden İstanbul Milletvekili seçilerek TBMM'de görev almıştır. Bu dönem içinde, SHP Parti Meclisi üyeliği, Merkez Yürütme Kurulu üyeliği ve Genel Sekreter Yardımcılığı görevlerinde bulunmuş ve TBMM Bütçe Plan Komisyonu üyeliği yapmıştır. 1991 yılında yapılan milletvekilliği seçimine katılmayarak siyasal yaşamını bitirmeye hazırlanırken, kapatılan siyasi partilerin açılması gündeme gelmiş ve bu nedenle istemese de kendisini üçüncü dönem siyasal yaşamın içinde bulmuştur. 1992 yılında CHP'nin açılış çalışmalarına katılmış ve CHP'de Genel Yönetim Kurulu üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı görevlerine getirilmiştir. CHP ile SHP'nin bütünleşme çalışmalarında çok aktif görevler üstlenmiş ve CHP çatısı altında sağlanan bütünleşmeye dönük katkılarda bulunmuştur. 1995 yılı başlarında Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmiş ve bu görevi 24 Aralık 1995 tarihine kadar devam etmiştir. 24 Aralık 1995 tarihinde 4. kez İstanbul Milletvekili seçilmiştir. CHP Parti Meclisi üyeliği, Merkez Yönetim Kurulu üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. 3 Kasım 2002 tarihinde 5. kez İstanbul Milletvekili seçilmiştir. Ekim 2003 tarihine kadar TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda CHP grubu başkanı olarak çalışmıştır.
Ekim 2003-Ağustos 2007 tarihleri arasında CHP Grup Başkanvekili olarak görev yapmıştır. 22 Temmuz 2007 tarihinde 6. kez İstanbul Milletvekili seçilmiştir.
KENDİ ANLATIMIYLA ALİ TOPUZ
Ali Topuz’un hatıraları iki cilt halinde yayımlandı. Ali Topuz, özel ve siyasal yaşamını, 20 Ekim 2012 tarihinde akciğer kanseri nedeni ile vefat eden Hikmet Bila’ya anlatmıştı. İki cilt halinde Doğan yayıncılık etiketiyle çıkan Ali Topuz Anlatıyor 1 (Değişimi Yaşamak), Ali Topuz Anlatıyor 2 (Düzeni Değiştirmek) isimli kitaplarda Türk Siyaset Tarihi’ne katkı sağlayacak renkli anekdotlar yer alıyor.
POTOMYALI OLMAKTAN GURUR DUYUYORUM
Potomyalı ve Kambozlu olmaktan mutluyum ve gururluyum. Memleketimizin olağanüstü doğal güzellikleri; insanlarımızın pırıl pırıl zekası, çalışkanlığı, girişimci karakteri ve özverili karakteri övgüye değerdir. Övünmek gibi olmasın ama böylesi niteliklere sahip olmak bir ayrıcalıktır. Ailemiz çok önceleri, bugünki Çayeli ilçesine bağlı Büyükköyde yaşarmış. Oradan Kamboz’a göç etmişler. Ailemizin nüfüs kayıtları Çayeli Nüfüs Müdürülüğü’nde bulunuyordu. Şimdilerde bu kayıtlar Üsküdar ilçesine nakledildiler.
GACARA YUSUF ÇOK ATAKTI
1950’li ve 1960’lı yıllarda bile İstanbul’da Karaköy, Tophane, Kasımpaşa, Fener, Balat ve Ayvansaray semtlerinde Kanbozlu, Potomyalı ve Rizeli gençler hem çalışmışlar hem de kabadayılık yapmışlardı. Bu atak gençlerin, bir başka deyişle kabadayıların en ünlülerinden birisi de “Gacara Yusuf”tu. Asıl adı Yusuf Hazavitligil idi. Hazavitligil ailesi, Trabzon’un Of ilçesinden Potomya’ya gelip yerleşmişti. Gacara lakabı dedesinden intikal etmiş. Çok yürekli ve atak ama aynı zamanda ufak tefek, çelimsiz bir adamdı. Hatırladığım kadarıyla boyu 1,55-1,60 metre gibi bir şeydi. Ama iş bıçak kullanmaya gelince, eli makine gibiydi GacaraYusuf’un. Saniyede iki üç bıçak darbesi savurabiliyordu. Gacara Yusuf deyince herkes tir tir titriyordu
ŞAPKA GİYMEZUK
Bizim semt camiinin imamı Hüseyin Efendi herhalde köyümüzün (İslâhiye köyünün) imamı Hacı Haşan Efendi’den ya da Potomya’daki Ulucami imamı Hafız Şaban Koliva Hoca’dan almış olduğu talimatla, bir gün babamı çağırıyor, bir iki öğrencisini daha çağırıyor ve bunların eline birer ikişer mektup yazıp veriyor. Bu mektupları alın, falan filan yerlere götürün. Sen şuraya, sen şuraya, sen de şuraya götür, diye talimat veriyor. Babam eve geliyor. Annesine, babaanneme durumu anlatıyor. Hüseyin Efendi, babama iki mektup vermiş, mektuplardan biri de, bizim evimizden yaya olarak en az bir buçuk saat uzaklıktaki bir köyde oturan Mustafa Kandemir’e götürülecek, yani dedeme gidecek. Babam, annesine diyor ki: “Mustafa Kandemir’in mektubunu da sen götür, senin akraban nasıl olsa.” Babaannem akıllı bir kadın. “Ne var bu mektubun içinde acaba?” diye soruyor. Açıp okuyorlar. Mektupta yazılanlar ilginç. Mealen deniliyor ki, “Filan günde Potomya’daki Ulucami’de cuma namazından sonra toplantı yapacağız. Bize şapka giydirmek istiyorlar. Bu, gâvurluktur. Şapkayı giymeyeceğimizi ilan edeceğiz. Çevrede ne kadar eli silah tutan adam varsa, onları da silahlarıyla birlikte getirin, namaz öncesi Potomya’da buluşalım”.
İSYANIN MERKEZİ POTOMYA
Babaannem Sırma Hanım’ın canı sıkılıyor, o durumu anlıyor ve tabii ki kaygılanıyor. Başlarına bir şey gelir diye çekiniyor ama mektubu da götürüyor. Babam da diğer mektubu ilgilisine götürüp teslim ediyor. Böylece, bu mektupları dağıtıyorlar. Ve kalabalık söz konusu günde Potomya’da toplanıyor. Bizim köyden de birçok kişi gelmiş. Dedem de silahlı adamlarıyla orada. Evet, Şapka Kanunu’nun kabul edildiği 25 Kasım 1925 tarihinden hemen sonra, Potomya Ulucami’nin önünde toplananlara Ulucami imamı Hafız Şaban Hoca (Şaban Koliva) orada bir konuşma yapıyor. Asıl planlayıcı olan kişi bu imam. Bizim köydeki imamı da, bizim semtteki Hüseyin Efendi’yi de, diğer imamları da ilk örgütleyen o. Bu imamın konuşmasından sonra iş başka bir noktaya taşınıyor. Önce şapkanın gâvur icadı olduğunu, şapka giydirenlerin din düşmanı olduğunu söylüyor. Ardından topluluk dalgalanıyor ve isyan fiili olarak başlamış oluyor. Dedem Mustafa Kandemir’in bana anlattığına göre; Ulucami imamı, konuşmanın ardından kalabalığı adam akıllı tahrik ederek, jandarma karakolunu basmaya çağınyor. Basıyorlar da. Karakolun başmda bir jandarma onbaşısı var. Onbaşı önce direniyor. Bakıyor ki, başa çıkacak gibi değil, teslim oluyor. “Ben de sizinle beraberim” diye kendini kurtarmaya çalışıyor. Yine de dinlemiyorlar. Ayaküstü karar vererek, onbaşıyı asmaya kalkışıyorlar. Mustafa Dedem hemen öne çıkıyor, itiraz ediyor. “Biz buraya şapkayı giymeyeceğuz demeye gelduk. Adam öldürmeye gelmeduk, isyan etmeye de gelmeduk,” diyor. Tartışma başlıyor. Tabii dedem, diğer semtlerden gelenler üzerinde de etkili olunca, bizim köyden gelenler, İslâhiye köylüleri, isyancılardan desteği çekiyorlar. Hükümete destek verir konuma geliyorlar. Böylece isyancılar zaman kaybederken, Rize’den askeri birlikler geliyor. Askerler, bunların bir kısmını kuşatıyor, bir kısmını da kaçarken dağlarda yakalıyor ve hepsini teslim alıp götürüyorlar. İstiklal Mahkemesi’ne sevk ediliyorlar. Bu sırada babaannem çabuk davranıyor, babamı çalışmak üzere İstanbul’a yolluyor. Ne olur ne olmaz, babamın köyden uzaklaşması iyi olur, hem de para kazanıp ailenin geçimine yardımcı olur, ortalıkta görülmemesi iyi olur, diye düşünüyor. Böylece babamın gurbet serüveni başlamış oluyor.
DEDEM İSYANIN ÖNCÜLERİNDENDİ
Dedem de, benim köylülerim de ve pek çok Potomyalı da bu tür bir dik başlı Potomyalıdır. Başta bizim köylüler, İslâhiye köylüleri olmak üzere dik başlı Potomyalılar, gerçekleri görüp vakit yitirmeden tertibi bozuyorlar ve isyanın daha da büyümeden bastırılmasına yardımcı oluyorlar. İstiklal Mahkemesi’nde kimilerine ölüm cezası veriliyor. Kimileri de farklı sürelerle kürek cezasına mahkûm ediliyor. Dedem de on yıl kürek cezası verilenler arasında. Dedemi idamdan kurtaran, isyancıların asmaya kalktığı onbaşının ifadesi oluyor. Onbaşı dedemi göstererek, “Bu adam olmasaydı, beni asacaklardı” deyince, dedem idamdan kurtuluyor. Yoksa asılacaktı, çünkü isyanın öncülerinden görünüyordu. Dedem on yıl kürek cezasına mahkum edilmişti; ama iki üç sene sonra serbest bırakılmış. Önce Edirne Cezaevi’nde yatmış, sonra İstanbul’a Sultanahmet Cezaevi’ne göndermişler. Mustafa Kandemir dede de, gerçi şapka isyanı nedeniyle hapse atılmıştı.
BABAM TESKERE BIRAKTI
Babam İstanbul’da önce Kasımpaşa’ya, daha sonra da Karaköy’e yerleşiyor. İşçilik yapıyor; fırınlarda, gemilerde çalışıyor. Beş yılı aşkın bir süre evinden uzakta çalışarak yaşıyor. Yıllık izinlerinde köye gelip dönüyor. Askerlik çağı gelinceye kadar İstanbul’da kalıyor. 1931 yılında köye dönüş yapıyor ve o yıl annem Nazmiye Kandemir’le evleniyor. Sonra askere gidiyor. Babam iki yıl süren askerlik hizmetini, 11 Mayıs 1932-11 Mayıs 1934 tarihleri arasında, Kars 9. Kolordu 29. Alay 1. Tabur Komutanlığı emrinde yerine getirmiş. O zaman askerde “teskere bırakma” diye bir uygulama varmış. Terhis olmuyorsunuz, teskere bırakıp maaşlı olarak orduda kalıyorsunuz, askerlik görevine profesyonel olarak devam ediyorsunuz. Yapılan sınavlarda başarılı olursanız, astsubay oluyorsunuz. Babam da askerliği daha güvenceli bir iş olarak görüyor, teskere bırakarak ve sınavları kazanarak, 1 Kasım 1934 tarihinde jandarma astsubay çavuş oluyor. Ağrı iline bağlı Doğubeyazıt ve Eleşkirt ilçelerinde görev yapıyor. Ben 4,5 yaşındayken, babamın astsubay kıyafetiyle köye gelişini hatırlarım. O köye girdiği zaman herkes onu karşılamaya gitmişti.
ECEVİT’TEN KENDİNİ KORU
Babam, beni teşvik etmekten de geri kalmazdı. Önemli gördüğü konularda beni uyarır ve tavsiyelerde bulunurdu. Çok ilginçtir. Babam, ölümünden az önce hasta yatağında... Benim de o sıralarda Ecevit’le tartışma içinde olduğumu biliyordu. 16 Ekim 1979 tarihinde hükümetten istifa etmiştik. 8. Olağanüstü Kurultay toplantıya çağrılmıştı. O sıkıntılı günlerde ben İstanbul’daydım. Babamın başucunda, hastanede kalmak istiyordum. Babam beni azarladı, “Sen burada ne arıyorsun, Ankara’daki vazifenin başına git!” dedi. “Sen git işine bak, ben öleceksem ölürüm, yaşayacaksam da yaşanm, inşallah yaşarım” diye sertçe çıkıştı. “Peki” dedim. Tam ayrılacakken çok ilginç bir şey daha söyledi:
“Ecevit’ten kendini koru oğlum” dedi. Bu uyarı, doğrusu beni çok düşündürmüştü. Ölüm döşeğindeki babam, bir taraftan her şeye rağmen bana görevlerimi hatırlatıyor, öte yandan da hâlâ beni esirgemeye çalışıyordu.