Su ile ilgili çok hoş sözler ve hikayeler vardır. 1960’ larda iki Pakistan vatandaşının yolu Güneysu’ya düşer. O güne kadar böyle bir manzara görmemiş olacaklar ki meşhur Güneysu köprüsü üzerinden saatlerce Potomya Çayı’nı seyrederler. Bunun sebebini soran bir vatandaşa da, “Biz, böyle yeşilin ortasından tertemiz, gürüldeyerek akan suların sadece cennette olabileceğini hayal ederdik.” derler.
Yine hacca giden bir Güneysulu hemşerimiz bir Arap hacıyla tanışır. Türkiye’yi merak eden Arap, bizim Güneysuluya: “Anlat bakalım memleketini.” der. Zaten konuşmayı çok seven bizim hacı, Rize’nin bin bir türlü yeşilinden başlar, denizinden, akar sularından, bu sularda nasıl yüzdüğünden, derenin kenarında oturup nasıl serinlediğinden bitirir. Buna çok sinirlenen Arap hacı, kızgın kızgın bir şeyler mırıldanarak oradan uzaklaşır. Güneysulu yanındaki tercümana Arap hacının ne dediğini sorar. Tercüman da: “Sen cenneti mi tarif ediyorsun. Hiç olmazsa burada yalan söyleme dedi.”der.
İnsan yaşadığı yerin k ıymetini belki bilmiyor olabilir ama Pakistanlı turistlerin söyledikleri ve Arap hacının tepkisi, sahip olduğumuz bu doğal güzelliklerin, bize bahşedilmiş bir cennet olduğunu ve en azından korumakla yükümlü olduğumuzu bize hatırlatması gerekir.
Burada size Güneysu’da şu kadar HES yapılmış, gücü şudur, eni budur diye bahsetmeyeceğim. Ancak bütün Güneysu’da yapılan santrallerin gücüne yakın olan, yedi başlı canavar gibi bütün Potomya Çayı’nın kollarını yuttuktan sonra, Salarha Deresi’ni de bir fil gibi emen Adacami HES’in, Pakistanlı turistlerin saatlerce seyrettiği dereyi de kurutması, artık Güneysu için tehlike çanlarının çaldığını anlamına gelmektedir.
Kuruyan bu vadi herkesi üzse de çiçek böcek toplamaya gelen, aynı köprü üzerinden vadiyi seyreden iki İsrailli turisti keyiflendirebilir. Ancak Güneysulu vatandaşlarımızın duyarlılığı sayesinde bu köprünün altından daha çok sular akacak gibi görünüyor.
Bir de Avrupalıların bize yakıştırdığı, “Su akar, Türk bakar” kavramını açmak gerekirse; lüks evlerinin deniz manzaralı, boğaz manzaralı, havuzlu oluşuyla övünenler ve özellikle böyle evleri tercih edenler, köylü vatandaşın dereye bakışını neredeyse aptallık olarak görmektedirler. Oysa suya bakmak, suyun sesini dinlemek bir erdemliliktir. En azından trene bakmaktan iyidir. Keşke suya baktığımız gibi bütün doğaya, doğal varlıklara, sanat eserlerine de bakmayı bilebilsek…