DEVLET BABA
Devlet kutsaldır bizim düşüncemize göre. Babadır…
Sosyal bir varlık olarak insan, başta güvenlik ihtiyacını karşılamak için birlikte yaşamak mecburiyetindedir. Tarım toplumuna geçiş ve dolayısıyla da toplumsal işbölümü, toplum halinde yaşamayı zorunlu kılmıştır. Sürekli gelişme halinde olan insan, ihtiyaçları ve çevre koşulları nedeniyle örgütlenme ihtiyacı duymuştur. İnsanların düzen içinde kendilerini koruyabileceklerine inandıkları liderleri benimsemeleriyle de ilk devlet anlayışının oluştuğu bilinmektedir.
Aristoteles’in de dediği gibi, “Tek başına yaşayan ya Tanrı’dır ya hayvan.”
Elbette devletin varoluş sebebiyle ve zorunluluğuyla, hakim olanlar aynı kriterlerle değerlendirmeye tabi tutulamaz.
Aldous Huxley de devleti, “Siyasi patronların ve onların yönetici ordularının tüm güçlerini kendilerinde topladıkları, kendilerine bağımlı halkı bu bağımlılıklarından zevk aldıklarından dolayı zor kullanmadan yönettikleri yapı…” olarak tanımlasa da bizim dünya görüşümüze göre devlet yine de kutsaldır.
Ancak tarihte 16 devlet kurup yine bu devletleri kendi elimizle yıkmamız, bu anlayışımızla pek örtüşmese de en azından halk, “Devlet malı deniz, yemeyen domuz.” gibi gayri ahlaki bir sözün yanında, uygulamada olmasa da düşüncede, devlete böyle bir kutsallık yükler.
Devlet baba büyüktür…
Devlet baba her zaman düşenin yanındadır…
Devlet baba hak yemez…
Devlet baba bir kahramanıdır ve dünyadaki bütün düşmanları dize getirir…
Devlet baba, tüyü bitmemiş yetimin hakkını kimseye yedirmez…
Devlet baba yedirendir, giydirendir…
Devlet baba kimsesizin kimsesi, aç ve yoksulun sığınağıdır…
Devlet baba düşenin elinden tutandır…
Devlet baba, halka karşı Hz. Ömer kadar adildir…
Sonra bir de baktık ki devlet baba!…
Her dönem, kendini sağlama almak için evlatlarını öz ve üvey diye ayırmış. Kendi etrafında güvenlik ve refah halkaları oluşturmuş. Hatta bu yaptıklarını sorgulayanları da dergahından kovmuş, hak etmedikleri şekilde cazalandırmış.
Devlet baba bunu yapar mı? Ve ya bunu yaparken ölçüsü ne?
İyi vatandaş olmanın, vatanını, milletini, devletini sevmenin ölçüsü ne?
Ülkesi için çok çalışmak mı?
Bütün kurallara uymak, ahlaklı bir insan olmak mı?
Gerekirse vatanı için, bağımsızlığı için ölmek mi?
İnsanoğlu!...
Hiç belli olmaz!…
Elinizin tersiyle güvenmeyip ittiğiniz, gün gelir sizi utandırır.
Herkes kendi kısır dünyasında menfaat hesapları yaparken, kimse farkına varmasa da insanlık namına hiç arkasına bakmadan, inandığı değerler adına yürüyenler olabilir.
Ve en çok güvendiğiniz insan…
Nefis ve menfaat duyguları içinde, inandığı bütün değerleri bir çırpıda silebilir.
Bunun için diyoruz ya…İnsanoğlu…Hiç belli olmaz!...Hele tasnif etmeye hiç gelmez! Eğer yaparsanız, bu sadece sizin algı eksikliğinizi gösterir!
Ve sizin ötekileştirdiğiniz, berikileştirdiğiniz insanlar toplumu, milleti ve dolayısıyla da devleti oluşturur. Herkes, her düşünce devleti yönetmek için mücadele verir. Daha adil, daha müreffeh bir gelecek için…
Sonsa her ülkede devlet, yönetimdekilerin çiftliği, çocuklarının istikbali olur…
İnsanlık için, adalet için…
İnsanlığı sömüren kapitalizm mi?
Bütün islam ülkeleri içinde, kendine ayrı bir paye biçen, tabağından klozetine kadar altından olan Arap kralları mı topluma adalet ve refah getirecek?
Yoksa sosyalizm mi?
Meşhur şu romanda olduğu gibi; “Hayvan Çiftliği’ndeki bütün hayvanlar isyan çıkarır ve çiftlik sahibini çiftlikten kovarlar. Hepsi özgür ve eşit olur.Herkesin katılımıyla alınan ve herkesi bağlayan emirler ahırın duvarına asılır. Ancak çiftliğin en güçlü ve uyak hayvanı, kuralları bir bir değiştirir ve bütün maddeleri kendi çıkarına göre düzenler. Sonra kendi hakimiyetini ilan eder, diğer hayvanlara karşı acımasız ve baskıcı bir tutum içinde olur.”
Biz de somut olan devleti kafamızda soyutlaştırırız, hakim olanları da devletle beraber kutsallaştırırız.
Evet devlet kutsaldır aile gibi, ama her “aile babası” kutsal mıdır “aile” gibi?...
Ne zenginlik ne para ne de köşk…Bize düşen onurlu bir şekilde yaşamak ve bunu çocuklarımıza miras bırakmak…
Burada kastedilen sorun zaten yoksulluk değil, bütün dünyadaki adil olmayan paylaşım ve adaletsizlik sorunudur.
Yoksa hakça paylaşım olmadığı yerde, karın tokluğunun da bir anlamı yoktur.
Bir İskoç köylüsünün halkına dediği gibi, “Kralın sofrasındaki kırıntılarla karnınızı doyurabilirsiniz, bu sizin aklınızı başınızdan alır, bu arada başınızı kaldırıp da Allah’ın size bahşettiği bunca nimeti göremezsiniz.”
Saygılarımla…Hoşça kalın…