İlkokuldan liseye kadar öğrencilere çevre ile ilgili bir kompozisyon konusu verin, hemen hemen hepsi bu cümlelerle başlar: ”Çöpleri çöp kutusuna atalım, atmayanları uyaralım!” Yani konuyu bir türlü çöp kutusunun dışına çıkaramadık. Gel ki çöpleri de çöp kutusuna atmıyoruz ama…Neyse…
Bütün vadilerde açılan uygunsuz taş ocakları, bir vadide yapılan on tane HES, kanunlara uymadan kitabına uydurularak işletilen madenler…Sanki bunlar bu ülkede yapılmıyor!
Nereden biliyorsun derseniz; HES’ lerden ve taş ocaklarından. Önce bakanlık ÇED gereklİ değil diyor, itiraz edince de, ÇED gerekli… Bu sefer de bir çok aksaklık ortaya çıkıyor. Yine İtiraz ediyorsun, keşif yaptırıyorsun, ÇED’ in sadece kağıt parçasından ibaret olduğuı ortaya çıkıyor. İlgili resmi kurumlar bile, “Biz bunu böyle bilmiyorduk!” diye tepki gösteriyorlar. Sanki ÇED raporunu başka yerden almışlar…
Devlet yapsa neyse… Yanlış bile yapsa sadece rant amacı yok diyorsun... Ancak firmalar, taşeronlar, taşeronların taşeronları devreye girdi mi işler değişiyor. Mantık, en kısa zamanda en fazla nasıl kazanabilirim?
Aslında Anayasaya ve kanunlara baktığımızda bu konularda gerekli tedbirler alınmış...Gerekli vurgu yapılmış: “Çevre ve insan sağlığı korunacak! İş gvenliği en önde gelir! Doğal yaşam alanlarına dokunulmayacak!” Hatta yasalar bu konuda vatandaşı sorumlu tutar: “Bir bölgedeki faaliyetlerden dolayı ileride doğabilecek bir çevre felaketinden, insan yaşamını tehlikeye düşürebilecek durumlardan kurumların yanında o bolgede yaşayanlar da sorumludur!” Yani vatandaş olarak “Bana ne!” deme hakkımız yok!
Söylemesi güzel ve kulağa da hoş geliyor. Ancak uygulamaya sıra gelince işler tam tersine…Biraz gündeme getirsen, sesini çıkarsan, ilgili kurumlar ve durumdan vazife çıkaranlar: “ Dur! Sen devletten daha akıllı mısın?” Hani gelecek nesil, temiz su kaynakları, canlıların yaşam alanları falan diyorsun hemen atılıyorlar: “Sus! Sen ülkenin kalkınmasını mı istemiyorsun?” “Demokratik toplum, sivil toplumun söz hakkı diyorsun: “Çoğunluk ne derse o…”diyorlar.
Bir çok konuda olduğu gibi vatandaşın kendine özgü bir fikri yok. Yukarıdan ne pompalanıyorsa o dillendiriliyor. Aslında güzel bir mühendislik örneği…
Sonra hal başa gelince de herkesin aklı başına gelir ama iş işten geçer; herkes çevreci olur, herkes insan hakları savunucusu olur, herkes vatansever olur: “Ben zaten demiştim! Biz ki bu konuları dile getiriyorduk! Kimse beni dinlemedi! Ve ya bunlar normaldir, dünyanın her yerinde olabilir!” vs. gibi…
Gelişmiş ülke, temiz enerji üretmek zorunda…Üretirken insan sağlığını da korumak zorunda...Gelişmiş ülke!..Ancak bu önce beyinlerde başlar…Sadece parayla olacak iş değil…
“İnsan sağlığı ve toplumun gelişmesi, uygarlaşması… ”Biri diğerine feda edilemez! Yasalarımız da böyle diyor. Ülkemiz bu konuda bir ayrım noktasında. Ya bir üçüncü dünya ülkesi misali; üretim sırasında insan sağlığını hiçe sayan, oluşan aşırı çevre kirliliği ve sonuçta bozulan denge… Bir maden kazası oluyor, yüzlerce insan ölüyor. Hindistan, Çin gibi ülkelerde olur çoğunlukla… Tren kazasında bin kişi öldü… Ve ya feribot battı, bin beş yüz kayıp… Ya da maden ocağında göçük; yüzlerce işçi mahsur… Kuzey Avrupa’da pek duyamazsınız bu haberleri. Özellikle son otuz yılda gelişmiş ülkelerin hiç birinde yok… Yoksa onlar enerji üretmiyor mu? Fark, sadece anlayış meselesi ve insana saygı…
Soma’da şehit olan vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına da başsağlığı dikliyorum.
Bu bir süreçtir.Yarının bugünden daha mutlu, insan hayatına daha çok değer verilen bir ülke olacağımız kesindir.
Bunun için sadece herkesin kendi görevini yapması yeterlidir! Adam kayırmadan, torpilsiz, hukukun üstünlüğüne bağlı, sorgulanabilir, şeffaf…İşler kendiliğinden düzelecektir.
Hoşça kalın…