SENDİKA NE İŞ YAPAR?
Gösteri, yürüyüş, iş bırakma, eylem gibi sözcükler toplumun genelinde çoğunlukla olumsuz bir düşünce uyandırır. Evet maalesef, hak aramanın uyandırdığı olumsuz düşünce…
Bu tür eylemlere de zaman zaman hoş olmayan tepkiler gösterilir: “Doymadınız mı?, Devlet daha size ne versin? İş vermeseydim sokakta kalırdın.” gibi sözler ilgili şirket, kurum ve ya bakanlığın yanında, işsiz güçsüz ve ya asgari ücretle çalışan bir vatandaş tarafından yapılması, hem üzücü hem de düşündürücüdür. Oysa bu tepkiyi çalışana, hak arayana değil de pastanın kaymağını yiyenlere göstermiş olsa…
Hangi düşünceden olursa olsun insan için çalışmak, iş sahibi olmak, emeğinin karşılığını almak kutsal bir olgudur.
Ancak örgütlenememiş toplumlarda durum biraz farklıdır. Sadece daha fazla üretmek ve kazanmak amacıyla her yolu meşru kabul eden sistemler, - ki bütün dünyada olduğu gibi kendini komünist olarak tanımlayan Çin de dahil- çalışanların emeği üzerine bina edilir. Çalışanın daha fazla hak ve üretimden pay istemesi, işletmenin, kurumun ve bunların üst tabakalarının daha fazla haktan ve paydan vazgeçmesi anlamına gelmektedir.
Bunun için özellikle gelişmekte olan toplumlarda, insanların örgütlenmesine pek sıcak bakılmaz ve çoğunlukla da engellenir.
Oysa sivil toplum örgütleri, sosyal ve demokratik toplumun vazgeçilmez unsurlarıdır. Devlet kurumlarının eksik kaldığı, hak paylaşımının adil olmadığı durumlarda sivil toplum örgütleri devreye girer. Bunlar belli kanunlara göre yönetilse de kendi tüzükleri vardır ve faaliyetlerini kendi amaçları doğrultusunda kendileri belirler.
Sendikacılığın dünyada ve ülkemizdeki gelişimine kısaca bir bakacak olursak; sanayi devrimi, buhar enerjinin üretimde kullanılması ve fabrikalaşma, inanların kentlere doğru aşırı göç etmesiyle beraber kapitalizmin ortaya çıkışı sonrası, çalışma ve yaşama koşullarının ağırlaşması işçi hareketlerinin doğmasına neden oldu. Uzun süreli örgütlenme çalışmalarından sonra 1820 yılında ilk işçi sendikası İngiltere’de kuruldu.
Ülkemizde ise bu tür örgütlenmeler Batı’dakinden çok daha sonradır ve ilk olarak tarım işçileri arasında görülmüş olsa da çok sert tedbirlerle önlenmiştir. II. Meşrutiyetin ilanından sonra ise gerçek anlamda sendikalar kuruldu ve geniş anlamda grevlere gidildi.
Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de memur sendikacılığı işçi sendikacılığından çok daha sonra başlamıştır. 1990’lardan sonra kurumsallaşmaya başlayan memur sendikaları, üyelerinin devlet kurumlarıyla içi içe olmasından dolayı çok etkin olamamışlardır.
Süreç içerisinde gelişen ve üye sayılarını artıran sendikalar için en büyük sorun, özellikle yönetici zümrenin, çalışanların menfaatlerini korumak yerine, iktidar gücünü arkalarına alarak belli bir gruba çıkar sağlamasıdır. Elbette ki iktidar sahipleri de, büyük bir oy potansiyeli olarak gördükleri sendikalarını, aynı zamanda arka bahçeleri olarak kullanmaktadırlar.
Bunun için bir sendikanın gücü, bir siyasi otoriteden ne kadar bağımsız hareket ettiğine bağlıdır.
Bir kişinin makam ve mevkisinden, bir siyasetçiden veya partiden gücünü alan sendikanın bağımsızlığından ve çalışanların haklarını korumasından bahsedilemez. Elbette ki amacı doğrultusunda bütün kurum ve kuruluşlarla eşit mesafedeki iletişimi bu kapsamda değerlendirilemez.
Sendikalar ne iş yapar ve sendikal haklar neden bu kadar önemlidir? Oysa “Güzel güzel çalışalım, kazanalım, paylaşalım mutlu mutlu da yaşayalım.” diyeceğiz ama maalesef böyle olmuyor. Sistemin, denetimin ve örgütlenmenin olmadığı en masum bir çalışma ortamında dahi, çıkarcılar ve uyanıklar! durumu şahsi menfaatleri doğrultusunda kullanabilirler. Daha büyük çalışma alanlarında ise bu çıkar hesapları, belli bir kesimin haklarını tamamen yok sayabilir.
Biz farkında olmasak da, hatta eleştirsek de dünyanın farklı yerlerinde süregelen bu örgütlenmelerin ve hareketlerin, bugünkü çalışma şartları ve saatleri üzendeki etkilerini inkar edemeyiz.
Özellikle kapitalist sistemin insanları köle gibi çalıştırdığı, hayvanlara bile layık görülmeyen siyah-beyaz ayrımının yapıldığı Amerika’daki işçi olayları sonucunda, çalışma şartları iyileştirmeye gidildi ve bugünkü duruma ulaşıldı. 1 Mayıs 1886 yılında işçiler, günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar. Bu olaylar uzun süreli oldu ve bir çok insan hayatını kaybetti. Böylece 8 saat uygulaması fiili olarak hayata geçmiş oldu. Bu uygulama, zamanla memurların ve tüm çalışanların da çalışma sürelerini kapsayacak şekilde düzenlendi. 1889’ da ise 1 Mayıs gününün tüm dünyada “Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kutlanmasına karar verildi.
Düz mantıkla hareket edecek olursak, ülkemizde ve bütün dünyadaki bu sendikal faaliyetler ve hak arayışları olmasaydı, kimse size, “12 saat fazladır, gelin bunu 8 çalışma saati olarak düzenleyelim.” demezdi.
Bir sendikanın sendikacılık yapabilmesi ve üyelerinin haklarını arayabilmesi, sadece üyelerinin verdiği güçle olur. Gücünü iktidardan alan bir sendikanın sendikacılık yapıyorum demesi, kendini avutmasından başka bir şey değildir. Verilen talimatları yerine getirmekle meşgul olan, “Ne şiş yansın ne kebap” mantığıyla hareket eden sendikanın, çalışanlara kazandırabileceği bir hak söz konusu bile olamaz. Bu mantıkla hareket etmek isteyen arkadaşların, amaçlarını daha iyi gerçekleştirebilecekleri yardım kuruluşu, vakıf vb. gibi sivil toplum örgütlerine yönelmeleri daha mantıklı olacaktır diye düşünüyorum.
Saygılar Sunarım… Hoşçakalın…