Almanya’da eğitimle ilgili yirmi yıllık bir plan hazırlanır ve hayata geçirilir. Aradan beş yıl geçtikten sonra uzmanlar programla ilgili bir araştırma yaparlar ve programın başarısız olduğu sonucuna varırlar. Durumu başbakana iletirler. Başbakan, programın kesintisiz devam etmesini ister ve bunun yirmi yıllık bir plan olduğunu, sonucunu görmek için de yirmi yıl beklemek gerektiğini söyler.
Dünyada Kuzey Avrupa ülkeleri ile bazı Uzak Doğu ülkeleri, eğitimdeki başarılarıyla başı çeken ülkelerdir. Oysa bu ülkelere baktığımızda, eğitimde çok farklı yöntemler uygulamaktadırlar. Avrupa ülkeleri daha demokratik, serbest bir anlayışa sahipken, Uzak Doğu ülkeleri ise son derece disiplinli bir eğitim anlayışını benimsemişler. O zaman bu başarının sırrını başka yerde aramak gerekir. Evet, bu ülkeleri başarıya götüren en temel iki sebep, eğitim programlarındaki istikrar ve öğretmenlerine verdikleri değerdir. Her yönüyle öğretmenler toplumun en saygın ve ekonomik olarak da en üst gelir grubuna aittirler.
Ayrıca okul kültürü ve öğretmenlerin yetiştirilme biçimi de bize pek benzemiyor. Okullarda son derece basit bir müfredat var, her öğretmen istediği müfredatı ve ya kitabı kullanabiliyor. Öyle teftiş, denetim falan da yok. Hiçbir öğretmen resim, beden eğitimi ve ya müzik dersinde matematik yapmıyor. Bizde ise bu tür uygulamalar yüzünden çocuklar sıkılıp matematik dersinde resim yapıyor ve ya şarkı söylüyor. Sistemin sadece sınava odaklı olması dolayısıyla, öğretmenlerin uygulaması doğru olsa da bu anlayışla üretken bireyler yetişmesini beklemek pek doğru olmaz sanırım.
Öğretmenlik mesleğine bakışımız da çok farklı: Ülkemizde “Hiçbir şey olamazsa, bari öğretmen olsun!” mantığı devam ederken, bu ülkelerde öğretmenlik mesleği toplumun en gözde mesleklerinden biri durumundadır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu ülkelerde öğretmenlerin gelir düzeyi oldukça iyi. Kendi mesleği haricinde bir iş yaparak ek gelir elde etmeye çalışan öğretmen yok. Bizde de ek gelir için bir şeyler yapmayan öğretmen yok denecek kadar az.
Bir diğer farklılık da beslenme alışkanlığımız. Örneğin; okulların kantinlerinde su, süt ve meyveden başka hiçbir şey yok. Bizde ise işin suyu çıkmış durumda. Her teneffüste çikolata vb. besinleri bolca tüketen çocukların gürültü çıkarmaması veya itişip kakışmaması beklenemez…
Bu kısa değerlendirmeden sonra içinde bulunduğumuz duruma bir daha göz atacak olursak; sorumluluk sahibi olmayan öğrenciler, velilerin isteklerine göre şekillenen idareci-öğretmen, öğrenci-öğretmen ilişkileri, ekonomik sıkıntılar içinde görev yapmaya çalışan öğretmen,sürekli değişen müfredat yüzünden oturmayan sistemin de desteklediği belirsizlik hali, her geçen gün daha da pekişmektedir.
Bu belirsizlik içerisinde, sanki bir cam fanusun içinde hapsedilmiş arılar gibi çalışan ve ortaya çıkan ürünün gerektirdiği yorgunluğun en az on katı daha fazla yorulan öğretmenler…Sistemsizlik içerisinde bir sistem oluşturarak görevlerini en iyi şekilde yapan öğretmenlerin ayakta tuttuğu sistem…Yapılması gereken; öğretmenlerin, öğrencilerin ve eğitimin üzerindeki bu engellerin kaldırılmasıdır. Böylece çocuklarımızın daha başarılı bir şekilde özgür ufuklara doğru yürüdüğünü görebileceğiz.
Yoksa hep bu kısır döngü içerisinde çırpınıp duracağız: “Teogkalktı…Şimdi ne gelecek? Kaç net yaptı? Kaç puan aldı? Nitelikli, niteliksiz okul! Niteliksiz öğrenci! Niteliksiz meslek sahipleri! Niteliksiz ve mutsuz toplum!”
Eğitime ruh vermek lazım ki geleceğimiz hayat bulsun!