Babası futbolcu olmasını istemiyordu
1961 Rize doğumlu. 1 Ocak gecesi saat tam 00.05'de doğmuştur. Babası her ne kadar onaylamasa da 10 yaşımdayken gidip, Rizespor'un Yıldız Takımı seçmelerine girdi. Rizespor, 1978- 79 sezonunda Zeynel Soyuer zamanında şampiyon olarak, 1.lige çıktı. Kimler yoktu ki o takımda; Hüsnü, Hasan Fehmi, Sinan, Erol, Refah, Hüseyin, Yaşar, Muharrem, Cesarettin ve diğerleri. Hepsi birer yıldızdı ve ara onlar gibi olmak istiyordum. Ama bu efsane takım maalesef bir sene sonra defans hatalarından dolayı tekrar 2.lige düştü. O dönemler Çoşkun alt yapıdadır. Ve A takımı antrenmanlarına alınan futbolcular arasındadır. Onun gibi çoğu Rizelinin profesyonel lisansı yoktu ama altyapıdan yetişmiş olduğu için için A takımı kadrosundaydı.
Şampiyon kadroda yer aldı
Sonra bu takımın başına 1984'te Cesarettin Alptekin antrenör olarak geldi ve neredeyse tamamı Rizeli olan bir kadro oluşturdu. Hiç kimse bu takımın şampiyon olacağını beklemiyordu. Çünkü takımın tamamı neredeyse Rizeliydi ve Hasan Fehmi Durmuş, Hüsnü Kürkçü dışında takım çok genç bir kadrodan oluşuyordu. O sene Rize Atatürk Stadı çim saha olacaktı. Başkan Fehmi Ekşioğlu, çim saha olursa maçları dışarıda oynamak zorunda kalırız o zamanda seyirciden yoksun kalırız diye bir yıl erteledi. Ve Rizespor o sene şampiyon oldu. İsmail Coşkun, ondan sonraki sezon sonunda yani 1985-86 sezonun sonunda Rizespor'dan ayrılıp Hopaspor'a kiralık olarak gitti. Ardından bir sene 2.ligde olan Giresunspor'da şampiyonluğa oynadı. 2.lige yeni çıkan Kasımpaşaspor'a transfer oldu. Coşkun ile birlikte Rizespor'dan Süleyman Kalafat ve Vedat'ta Kasımpaşa ile anlaştı.Bir yıl sonra futbol hayatının sonlarına doğru geldi. 3. ligde yer alan Beylerbeyi, Ümraniyespor ve Pendikspor'da oynadıktan sonra futbolu bıraktı. 1991 yılında B sınıfı antrenörlük diploması aldı. İlk antrenörlüğünü 1995-96 sezonunda Ümraniyespor'da yaptı ve burada A sınıfı kursuna giderek diploma aldı. A sınıfı diploması ile İstanbul Büyükşehir Belediyespor Kulübü'ne yardımcı antrenör olarak göreve başladı.2006 yılında Kulübün yeni oluşumuyla birlikte kendisini idari menajer görevine getirdiler.
Su başarı öyküsüne geçmeden, siz neler yaşadınız? Nasıldı o dönemler?
Coşkun için Rizespor'un yeri ayrıdır. O Rize'de doğdu ve 25 yaşına kadar orada yaşadı. Futbolunun en verimli yılları orada geçti. Biz şimdiki futbolcular kadar şanslı değildik. Toprak sahada oynuyorduk. Toprak sahanın iyisini gördüklerinde sevinirlerdi. Soyunma odalarımıza soyunma odası denmezdi. Eski yakıt bidonları soba olarak kullanırdı. Malzemeler o sobanın etrafında kurutulurdu.
Fahri Baba bazen idmanları iptal ederdi
Rizesporluların bir Fahri babası vardı, Rizespor üzerinde çok büyük emekleri vardır. Malzemeleri büyük özveriyle kuruturdu. Bazen antrenmana giderken yetişmezdi malzeme, hocanın iptal edemeyeceği antrenmanı o iptal ederdi. Malzeme yok derdi. İsmail Coşkun işte bu süreçten geçen bir isimdir.
Cevat Öztürk yanına kimi çağırdıysa profesyonel olmuştur
Cevat Öztürk hocamı hiç unutmam. Elinde sigarası, dizlerinin üzerine çömelir, öyle seyrederdi takımı. Yanına kimi çağırdıysa hepsi profesyonel olmuştur. Yani o dönemler para yoktu, bu kadar takım yoktu ama kalite vardı. Bizim zamanımızda 20 küsur futbolcuda altyapıdan geldi ve hepsi de profesyonel oldu. Hasanlar, Hakanlar büyük takımlarda oynadı. Trabzon'un şampiyon olduğu yıllara bakın, hep altyapıdan gelme. Hemen hemen başarılı olan tüm takımların kadrosu bu şekildeydi. Ama başarılar, hırsa dönüştü, bu hırs da hızlı tüketime. Rizespor şampiyon olduğu sene, Turgut ve Metin hariç herkes Rizeliydi. Onlarda içimizdendi Trabzonluydu. Aynı derenin çocuğuyduk.
Ben deplasman futbolcusuydum
Ben, tekniğe göre fizik kapasitesi çok yüksek biriydim. O yüzden hocamız beni deplasmanlarda gol yemeyelim diye iç sahada oynatmazdı, deplasman için saklardı. Yani ben genelde hep deplasmanda oynadım. Ve ben o dönemdeki hemen hemen her futbolcu gibi, sağ açık, sol açık, libero gibi her mevkide oynadım. Hatta şampiyonluk maçımızda üç kalecinin üçü de sakatlandığı için kaleci bile oldum. Ama son antrenmanda parmağım sakatlanınca yerime bu sefer Cabbar lakaplı arkadaşımız Şenol geçti. Beni de prim alayım diye yedek kaleci olarak soydular.
Anılar
Hatay'ın düşme tehlikesi var, bizimse iddiamız bile yok. 2-0 yeniliyoruz. Maçın bitimine beş dakika var. Refah ağabey topu bana attı, bende topu sürmeye başladım. Rakip ceza sahası içine girince beni düşürdüler. Hakem faulü onlara vereceğine bize verdi ama sonradan korkusundan kararı değiştirdi onlara verdi. O sırada rakip kaleci, vay sen nasıl topa dokunursun diye koşarak geldi, ellerimi arkadan tuttu, oradan koştu diğer Hataylı futbolcular, o liberoları bir yumruk çaktı bana, kendimi yerde buldum. O zamanlar şimdiki gibi yedek kulübeler kalabalık olmazdı. Biz, futbolcu hoca dâhil 18 kişiydik ve bizi o yedek kulübesine nasıl soktular, nasıl sığdık oraya bilmiyorum, bir güzel temiz dayak yedik, döndük. Niye dokundum ki topa, bırak zaten düşüyorlar. Tuz-biber oldum bende. Ama aradan yıllar geçti o gün bana yumruk atan kişi, futbol şube sorumlusu oldu, ben de Belediyespor hocası. Karşılaştık ve ona, o günü hatırlattım, özür diledi, küme düşme psikolojisin yarattığı stresten diye. O günleri gülümseyerek yad ettik.
KAYNAK: ‘’Bütün Yönleriyle Rize Spor Tarihi’’ Fatih Sultan Kar.