EVLİLİKLE İLGİLİ ÂDETLER
Evlilikler yakın çevreden yapılır, yakın çevrede kız yoksa dışarı çıkılırdı.
Beşik kertme vardı. Ancak bu zorlayıcı olmayıp, çocuklar büyüyünce evleme zorunluğu taşımazlardı.
Kız arama da elçi denilen insanlar devreye girerdi. Erkeklerin az da olsa eş seçiminde rolü olmasına karşın kızlar için bu söz konusu değildi.
Kız seçimine çok önem verilirdi. Kızın soyu sopu araştırılırdı. Kız tarafıda erkeğin soyu sopunu araştırır, uygunsa verirdi.
Kızın erkeğe gönüllü olması ve kaçma işini beraber planladıkları durumlarda olay fazla büyütülmez, zamanla örtbas edilirdi.
Sevenlerin kavuşamama durumunda 'maraz' denen ruh hastalıkları olurdu.
Kız istenmeden önce evde ondan büyük kız olup olmadığı araştırılırdı. Böyle bir durum varsa kız istenmez, istense de büyük kız varken ufak kız verilmezdi.
Kız onsekizini geçmişse "küle kalmış" yani evde kalmış kabul edilir, istenmezdi.
Kızın bir başkasına sevdalı olup olmadığına bakılırdı.
Kız daha istenmeden, yani iş resmiyete dökülmeden elçiler sayesinde iş halledilmiş olurdu.
Kız istenmeye gidilirken karşı taraf haberdar edilir, hazırlıklı olmaları sağlanırdı. Erkek tarafı karşılanır ağırlanır. Bir müddet ordan buradan konuşulduktan sonra asıl konuya girilirdi. "Allah'un izniyle, Peyganberun kavliyle kizinuzi oğlumuza istiyiruk" denirdi. Kız tarafı kendini naza çeker, cevap vermek istemez, çay kahve, yemek ikram edip konuyu dağıtmaya çalışırdı. Erke tarafı da israr eder "Kızı vermezseniz ne yemeğinizi yeriz nede kahvenizi içeriz" derdi. Hayli mücadele sonunda istekler sıralanır, kabul edilince de kız verilirdi.
Kız istendiğinde verilirdi. Çünkü söz önceden alınır ve kararlaştırılmış olurdu. Söz alınmadan kız istendiğinde, istenmedik olaylar olabilirdi. Erkek tarafı soğuk karşılanır. Mazeretler uydurulur. Bazen de kız görücüye çıkmazdı.
Kız tarafı erkek tarfının karşılayabileceği kadar başlık parası isterdi. Bu kıza harcanırdı. Ayrıca kıza alınacak eşya ve altın tesbit edilirdi.
Ara kesildikten sonra (kızın sözünün alınması) olay hemen duyurulurdu. Bu da erkek tarfının dılaru da hava ya kurşun sıkmasıyla olurdu. Peşinden yemek yenir. Düğün günü belirlenir, ayrıntılar konuşulurdu.
Ara kesilirken kız tarfına verilen sözler düğnden önce yerine getirilirdi. Bir alış veriş günü tesbit edilirdi. Genellikle Çarşamba günü olurdu. Her iki tarfta birinci derece yakınlar olurdu.
Takılardan genellikle çok eskiden dilme fes, beşli, daha sonraları zincir, bilezik, küpe, yüzük, saat, alyans, iğne gibi altın eşyalar alınırdı. Daha sonra söz verilen giyim kuşam ve yerleşimle ilgili diğer eşyalar alınırdı.
Alınan eşyalar önce kız evine gönderilir, kızın kendi hazırladığı eşyalarla birlikte sergilenirdi. Bu olaya "Bohça Açıldı" denirdi. Perşembe`den Cumartesiye kadar açık kalır isteyen gelir bakardı.
Eşyalar evden çıkarken, kızın erkek kardeşi yoksa bir yakını kapıyı keser ya da sanduğa otururdu. Kapı erkek tarafının bir miktar para vermesiyle açılırdı.
Cumartesi erkek evine getirilen eşyalar kız tarafınca yerleştirilirdi.
Kına gecesi Cumartesi olup her iki taraftada yapılırdı. Misafirler horon eder, oynar, toplu halde kurşun sıkılırdı.
O gecede geline kına yakılır. Başka isteyenlerde var ise onlarda kına yakardı. Bazen geline yakma işlemi Pazar sabahına bıraklıdığı da olurdu.
Erkek tarafı kına gecesinde şeker, fındık türü yiyecekler gönderirdi.
Pazar sabahı erkek tarafı kalabalık bir halde kızı almaya giderdi.
"Duğunci" denen grup yol boyunca sık sık silah sıkardı. Bunu duyan kız tarafı da karşılık verirdi.
Gelini evden genellikte damadın babası veya ağabeyi çıkarırdı. Bu arada kapı kesilir bahşiş istenirdi. Yol boyunca yer yer yol kesildiği olurdu.
Gelin evden çıkarken kurşun sesleri ortalığı yıkardı. Bazı evlerdede ilahiler okunurdu
Yol yakınsa gelin yaya, uzaksa at ile getirilirdi.
Gelinin evinden gelenlere ikram edilen lokumu damada ulaştıran ödüllendirilirdi. Bu kimseye "müjdeci" denirdi. Müjdeciye ya para ya da bir tepsi baklava verilirdi.
Kız ve erkek tarafı birlikte kurşun ata ata gelinle birlikte erkek evine gelirdi. Bu gruba "alay" denirdi.
Kız ağlarsa, "Hem ağlıyalum, hem gidelum" denirdi.
Kız eve girmeden önce tatlı dilli olsun diye, elini bala tutturup sağ parmaklarıyla kapının başına sürerlerdi. Zengin olsun diye başına bez koyup para dökerlerdi.
Kız tarafından birileri gelini içeri sokmaz.Bir şeyler isterdi. Buna "kapılık istemek" derlerdi.
Gelin odasına götürülür, oturtulur, yanında genellikle ablası veya yengesi bulunurdu. Bazen de o mahalede yeni gelin olmuş birisi de olabilirdi.
Düğün akşama kadar devam ederdi. Bu arada sıksaray, sallama, atlama, titreme gibi horonlar yapılırdı. Horonlar genellikle erkek erkeğe, kadın kadına oynanırdı.
Erkekler daha çok evin dışında veya avluda, kadınlar ise evin içinde bir yerde oynarlardı.
Erkekler kızlar bir arada oynadığında kadın veya kızların kollarına ancak yakınları girebilirdi.
Horonlar kaval, tulum, akordiyon, mozika (mızıka) nadir olarak zurna ve daha çok kemençe eşliğinde oynanırdı.
Çoğu zeminde şairle atma türkülerle horona ayrı bir renk katarlardı.
Bu arada erkek anaları da boş durmaz. Sağa sola göz gezdirir. Bir kız ararlardı.
Yakın komşuların yardımıyla misafirlere yemek verilirdi. Bu arada bazıları bahşiş almak için yemeği engellerdi. Buna "sofra bağlama" denirdi.
Hava kararamadan düğün alayı dağılır fakat kız tarafından bir kaç kişi bir müddet daha beklerdi.
Gerdeğe girilmeden eğer önceden kıyılmadıysa " hoca nikahı" yapılırdı.
Ev gerdeğe gireceklere bırakılır. Bir günlüğüne ev sakinleri komşulara kalırdı.
Pazartesi günü gelin erken kalkar ve ev işlerine konulurdu. Sözde uğursuzluk getirmesin diye geline bir hafta süpürge tutturulmazdı. Bugün aynı zamanda kız ve erkek tarafının birbirine bohça içersinde hediye verdiği gündür. Bu olaya "bohça çıktı" denirdi.
Düğünden bir hafta sonra "yedi" olurdu. Yedi, kızın damatla babasının evine gitmesiydi. Damat`a bu arada bazen ağra kaçan şakalar yapılırdı. Bu şakalardan korunmak için damadın yanında korumaları olurdu.
Damat sofraya oturduğunda sofra arkadaşları tarafından bağlanır. Kaynana sofranın açılması ve damadın yemek yemesi için bahşiş verirdi.
Yedididen birkaç gün sonra da kız tarafı erkek tarafınca devet edilirdi.
DOĞUM VE SONRASI İLE İLGİLİ ÂDETLER
Hamile kalmaması durumunda telaş düşülür, hata varsa bunun gelinden kaynaklandığı düşünülürdü.Hamile kalınması için okutma dahil her çareye başvurulurdu.
Birkaç sene içinde eğer gelin hamile kalmazsa, anlaşılarak ya boşatılır, ya da üzerine kuma alınırdır.
Eğer hamil kalmışsa, oturmasına, kalkmasına, yemesine, içmesine kadar dikkat edilir, bu arada bir çok batıl yöntem de uygulanırdı.
Doğum zamanı köy ebesi çağrılırdı. Bebeğin çıpa`sını (göbek bağı) ebesi veya iyi huylu birisinin kesmesi istenirdi. İlk doğan sebinin erkek olması istenirdi. Şimdi de öyle ya.
Çocuk doğar doğmaz sağ kulağına ezan ve sol kulağına kamet okunurdu.
Doğum yapan anne kırk gün lohusa kalırdı.
Çocuğa genellikle büyüklerin ismi verilirdi. Daha çok ölen nine, dede veya yakın tarihte ölmüş birinin ismi verilmesi halen devam etmektedir.
Çocuk kısa bir süre kundakta kalır. Sonra beşiğe alınırdı.
Nazarlanmasın diye çocuk uzun süre yabancılara gösterilmezdi.Gösterileceği zaman nazarlık takılır, yüzüne kara sürülürdü.
Anne sütü olduğu müddetçe emzirilir. Sütten kesildikten sonra inek sütü verilirdi.
Anne sütü yoksa, ilk zamanlarda, süt anne aranırdı. Yakın çevreden herkes çocuğu emzirir ona süt anne olurdu. Süt annelik yaygın bir uygulama olup yer yer hala devam etmektedir.
Süt çocuk, süt kardeşi ve ondan sonra doğacak çocuklarla "süt aşağı akar" diye evlendirilmezdi.
Kız ergenlik dönemine kadar çember, daha sonra da keşan bağlardı.
Erkek çocuklar ergenlik dönemine kadar mendil, yağluk, daha sonra da başlık ve abaniye bağlardı.
Doğumdan sonra kızın annesi tarafından peşuk alayı yapılırdı. Alay ekek evinde olurdu. Alaya kızın ailesi ve yakınları katılırdı.Çocuk kız ise kırmızı, erkek ise mavi beşik hediye edilirdi. Bu olay sadece ilk çocuk için yapılırdı. Diğer çocuklar bu beşikle büyütülürdü.
Alaya katılanlar eşya ve hediye veririlerdi. Kundağa konulmuş paralar ise çocuğu yıkayan ebeye hediye edilirdi. Ebeler çoğu zaman bu parayı almaz çocuğa bırakırdı.
ÖLÜM VE SONRASI İLE İLGİLİ ÂDETLER
Cenaze törenlerini hocalar yönlendirir.
Eğer durum ağırlaşmış ve yapılacak bir şey kalmamışsa, hoca çağrılır, son nefeste Kur`an ile gitmesi sağlanırdı.
Ölüm yaşlılar için doğal karşılanır, çocuk ve genç ölümleri derin iz bırakırdı. Bu gibi durumlardaölünün arkasından destan yazma geleneği vardı.
Ölen kimsenin ağzının açık kalmaması için bir bez parçasıyla ağzı bağlanır.Üzerine şimemesi için bir bıçak konur.
Ölüm olayı yakın köylere sela, uzaklara telefon veya telgrafla bildirilir.
Cenaze genelde, ertesi gün gömülür. Bundan maksat uzakta olan yakınlarun gelebilmesi içindir.
Genellikle öğle namazı sonrası, yakınların yetişememe durumunda ikindi namazından sonra defin işlemi olur.
Ölüye dargın olanlar dahi cenaze törenine katılır.
Ölünün başında ağıt yakılır. Ağıtlarda sınır olmaz. Ölenin ardından iyiliklerinden, yaşadıklarından gelişigüzel sesli olarak bahsedilir. Bunu kadınlar çoğunlukla yapar.
Komşular devreye girer, ölü sahiplerini teselli ederken geleni gideni ağırlar, uzaktan gelenlere yemek veririler.
Ölünün hazırlanması, cenaze önce ve sonrası işlerle hep komşular uğraşır.
Yıkanıp tabutla musllaya konan mevtanın yüzüne isteyen bakabilir.
Cenaze namazına tabut omuzda götürülür.
Her ailenin kendine ait mezarlığı olduğu gibi köyün ortak mezarlığıda vardır.
Ceset özenle hazırlanan mezara tabutla veya kefenle konur.
Ceset gömülürken Kur`an okunur.
Cenazeye gelen çocuklara bisküvi, şeker, fakirlere ve ihtiyacı olanlara havlu, namazgah, Kur`an-ı Kerim, dini bilgiler ve para verilirdi.
Bazı yerlerde ölenin günahlarını affı için devir denilen dini bir tören yapılırdı.
Defin akşamı ölü evinde Kur'an okunur. Bazı yerlerde de ölünün yıkanmasından gömülmesine kadar ki süre de hatim yaptırılır.
Belli aralıklarda mevlit okutulur.
Ölü yakınları uzun süre yalnız bırakılmaz, ziyaret edilir.